Turizm, insanları birbirine yaklaştıran, farklı kültür ve coğrafyalar arasında köprü oluşturan, bireysel, yerel ve küresel barış ve hoşgörüye hizmet eden ticari bir etkinlik olarak anlatılmıştı bizlere. İlkokul, ortaokul yıllarında kutladığımız turizm haftalarında, biz hep böyle ya da benzer bir biçimde işittik turizmi. Biz turizmi öyle bildik; öyle bilmeye de devam ediyoruz. Yani buna göre; turizm memleketimizi dış dünyaya açıyordu. Orada ne kadar güzellik, farklı kültürel çeşitlilik ve insani zenginlik varsa alacaktık. Kendi kültürel özelliklerimizi, insani zenginliğimizi, memleketimizin ve coğrafyamızın güzelliklerini de başkalarıyla paylaşacaktık. Bizim bildiğimiz turizm, bunlarla sınırlı kalacaktı. Nitekim uzun bir süredir de, bizim turizm faaliyetlerimiz aşağı yukarı böyle devam ediyor, sandık.
- Arada bir barlar sokağı haline getirilmiş, Kazanlar sokakta kavga çıktığını duyuyorduk. Birkaç defa da cinsel taciz, hatta tecavüz girişimleri olduğunu duyduk, ama olurdu böyle şeyler.
- “Biiç”ler yavaş yavaş sahillerimizi işgal etmeye başladı. Olsun varsın. Şanlı bozcaadabizim direnişimiz bize yeterdi.
- Kaymakamın konutu, polis karakolu ve belediyenin karşısında açıkhava diskoteği çalıştırıldı; olsun o da bir ihtiyaçtı.
- Adanın en güzel yerinde, belediyeye ait bir mekân ne olsun diye düşünüldü taşınıldı; en sonunda bar olmasına karar verildi. Çünkü adalıların eğlenmeye ihtiyacı vardı.
- Bağ evi olarak masumca yapılan ikinci konutlar artık turizm, hatta alkol ruhsatı isteyecek kadar cüretkâr olmuşlardı. Olsun herkese verilen izin niye onlardan sakınılacaktı ki!
- Bir çoğu endemik olabilecek yabani bitki ve çiçeklerimiz tezgâhlarda satışa sunulmuş durumda. “Yapmayın, adanın doğal bitki örtüsü…” falan diyecek olsanız hemen ağzınızın payını alıyorsunuz. Tabii ya; herkes kazanırken, bir kaç çiçekle, adada ot mu tükenecekti?
- Adaya yakışan birkaç örnekle başlayan sokak meyhaneleri yavaş yavaş tüm sokakları işgal etmeye başladığını gördük. Olsun, ne olacak canım, evinde huzur içinde uymak isteyen adalılar da birkaç ay dişlerini sıkıversinler. Burası turizm adası değil miydi?
Bu yazıda özetlenen sorunların Bozcaada gibi yerlerde yaşanması hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü yazının ilk paragrafında da ifade edildiği gibi, turizm memleketimizi dış dünyaya açar. Dış dünyaya açıldığınız zaman orada neyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz ve seçme şansınız da olamaz. O dünyanın tüm olumlu ya da olumsuz etkileri artık sizin için de geçerlidir. Aynen internete bağlı bir bilgisayar gibi, ağda ne
kadar virüs varsa hepsi sizin için bir tehlikedir. Oysa makinenizi internete bağlamasanız hiçbir risk yaşamayacaksınız. Ne yazık ki, turizmle dış dünyaya bağlı ve oranın tüm etkilerine daha fazla açık olan adamız içinde bir çok risk var.
- Açgözlü köşe dönücü anlayış
- Doğa tahribatının suç sayılmaması
- Kadının cinsel bir obje olarak görülmesi
- Tarımsal üretimin ikinci planda tutulması
- İnşaat
- Kendine hizmet edene saygısızlık
- Eğlence anlayışındaki bayağılık
- Yerlere çöp atma ve tükürme gibi davranışlar
- Kamu alanlarındaki benmerkezcilik
- Kabalık, hadsizlik, lümpenlik
Tüm bunlar ve burada saymadığım birçok olumsuzluk, ne yazık ki ülkemizde uzunca bir süredir toplumu tehdit eden davranış biçimleridir. Adamız dışındaki dış dünyanın bu hastalıklarının adamızı etkilememesi mümkün değildir.
Böyle bir risk vardı, biz bunu biliyorduk ama ne yazık ki yeterince ilgili ve duyarlı olamadık. Biz adaya özgü turizm yapıyoruz sandık ama durum pek öyle değildi. Biz ülkemizde yaşanan çok daha kötü örneklere bakarak adadaki bozulmayı görmezden geldik. Oysa “Su-i misal misal değildir” (Kötü örnek, örnek kabul edilemez) sözünü önemsemedik. Ada içinde çok uzun olmayan bir zamandan beri tehlike çanları çalıyor; biz adalılar bu çan seslerini duyuyor olmamıza rağmen duymuyormuş gibi yapıyoruz.
Bu dejenerasyon riskine karşı yapılması gereken, Bozcaada’ya özgü bir turizm anlayışının hayata geçirilmesidir. Kuşkusuz “Bozcaada’ya Özgü Turizm” başlığının altını dolduracak düşüncelerim de var. Ancak konunun adadaki sivil toplum ve kamu otoritesinin oluşturacağı bir platformda tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Kaldı ki bu konu çeşitli tartışma alanlarında bir olgunluğa da ulaşmıştır. Başka yazılarımda da ifade ettiğim gibi, Adaposta Gazetesi, yine aynı gazete ve sahibi Lisa önderliğinde yapılan sokak sohbetleri, Bozcaada Forum toplantıları, Bozcaada Haber, Mendirek Dergisi aynı derginin düzenlediği imza günü, söyleşi gibi etkinlikler, Bozcaada Tv, “Bozcaada’ya Özgü Turizm” konusunu defalarca etraflıca tartıştılar. Sadece kamu adına karar veren ve uygulayan yerel yönetim, bu fikirleri kulak ardı etmemelidir.
Bozcaada henüz tam olarak yozlaşmadı, başka yerlerde yaşanan çürümüşlük burası için tam olarak geçerli değil. Evet bu doğru. Fakat adamız, bu yozlaşmaya ve çürümeye her yıl daha fazla yaklaşıyor.
Bu yazıda yazılanlar, anlatılanlar adada ne kadar düşünen, yazan, fikir üreten, duyarlı, kaygılı insan varsa, hepsi tarafından dile getirilmiştir. Hem de on yıllardan beri dile… Hem de herkes hemen hemen aynı fikirleri savunarak anlatmıştır meramını. Yani Bozcaada turizm cephesinde yeni bir şey yok.
[Bu yazı Ağustos 2019’da Bozcaada Mendirek Dergisi’nin 32. sayısında yayınlanmıştır.]