Dünyanın açık, acımasız lideri ABD’nin vatandaşlarının seçimlerde oy verebileceği, iktidar olma şansı olan iki partisi vardır. Bu iki parti de neredeyse aynıdır. Tahterevalli gibi bir seçim olur, biri, öbürü, biri öbürü… Bu partiler hiç tereddütsüz kendilerine dev yardımlar ve dev baskılar yapan firmaların ve IRA gibi dernek ve vakıfların kölesidir. Noam Chomsky Cumhuriyetçi Parti için “Dünyanın en büyük terörist örgütü” demektedir. Dolayısıyla dünyanın acımasız lideri seçimlerde iki terörist partiden birini seçer ve uygulamalara geçer. Tüm yaptıkları yanlış bir lider düşünebiliyor musunuz? ABD budur. Dünya da bunlarla dolu. Tüm yaptıkları yanlış bir liderlerle…
Facebook adını değiştirdi, bir insan ya da kurum adını niye değiştirirsin ki?
Son zamanlarda kimler ad değiştiriyor: Monsanto dünyanın en büyük zirai ilaç tohum gübre şirketi. Facebook; dünyanın en büyük ve en çok kar eden sosyal medya şirketi. Ek olarak son yüzyılda sürekli olarak isim değiştiren birçok altın madeni şirketi.
Noam Chomsky ve Edward Herman 1988 yılında “Rıza Üretimi” diye bir kitap yazdı. Bu eserle medyanın kime nasıl hizmet ettiğini açıkladılar. Medya sahibine hizmet ediyor. Bu kitabın otuz beş yıl sonrasında üretimi hayli artan şey cehalet. Cehalet üretimi çağındayız. Sosyal medya adı büyük bir ayıp ama bu hep yapılıyor, nükleer deneme, atık havuzundan sızıntı, deneme dediği Hiroşima’ya attığının yüz misli bir bombayı okyanusa atmak, sızıntı dediği atık havuzundan boşalan bir milyon litre siyanürlü su. Bu terminoloji de çok önemli bir konu ama bu yazının konusu değil. Sosyal medyaya da en kibarca anti sosyal medya falan denebilirdi herhalde. Aptallaştırma medyası. Korkunç medya…
Ancak dünyada şu sıralar olup biten çok kısaca şu: Zengin daha zengin fakir daha fakir olurken fakiri fakire düşman ederek bu bozuk düzeni sürdürüyor AB, İngiltere, ABD, Kanada, Çin, Rusya. En büyük destekçileri de bu sosyal medya. Burada aslında ülkeleri yazmak çok anlamlı da değil. Sınıf kavramı neredeyse hiç bu kadar belirginleşmemişti. Tek umudumuz da bu. Bu yazıda sistemin bu umudu kırmak için kurguladığı oyunla ilgili. Yani sınıf kavramı üzerinden kurulacak büyük dayanışmayı kırmanın savaşını veriyor hükmedenler.
Facebook’un Myanmar’daki insanlık suçlarındaki payı günümüzde sır değil, açıklandı. Artık konuyla ilgili olanların değil tüm insanlığın bildiği bir gerçek bu. Çok az insan çalıştırdığı için nefret söylemi içeren içerikler temizlenemiyor ki böyle bir amaçları yok Facebook’un. Kâr etmekten başka bir amaçları yok temelde. Myanmar’da on sekiz milyon kullanıcı için sekiz Facebook çalışanı var. Sonuçta Facebook’un yeterince ve vakitlice silemediği nefret söylemlerinden doğan nefret nedeniyle köyler yakıldı, çocuklar ve sivil insanlar vahşice katledildi, yaklaşık bir milyon Rohingalı, mülteci olarak Bangladeş’e kaçmak zorunda kalıyor. Bangladeş dünyanın en fakir ülkelerinden biri ve onlar da geçen yıl (2021) bu insanları hiç kimsenin yaşamadığı adalara sürdü (Bu da ayrı bir konu). Her şeylerini geride bırakan bir ulustan söz ediyoruz. Acılarını hasretlerini ve çocuklarını götürdüler Bangladeş’e. Yarını olmayan çocuklarını. Yarınsız bebeleri.
Peki, yüzden fazla lisanın konuşulduğu Nijerya gibi ülkelerde nefret söylemi sosyal medyadan nasıl vaktinde bulunup temizlenecek. Üzerimizde anti sosyal medya üzerinden çok ciddi bir deney yapılıyor. Korkunç bir deney. Bizi aynılaştırıyorlar. Akıl zorlayan bir cehalete sürükleniyoruz, beynimizi hiç çalıştırmamız gerekmiyor. Telefon numaraları, bulmamız gereken adresler ve her türlü bilgi zannettiğimiz şey elimizin altında. Hiçbir şeyi aklımızda tutmamız gerekmiyor. Bize zeka da gerekmiyor. Çünkü onun da yapayı çıktı. Ve adına sosyal medya denen bu korkunç güç canı istediğinde istediği veriyi kuzu kılığına bürünüp topluyor yakın zamanda insanların gençlik resimlerini topladılar. Bu acaba nasıl bir veri olarak ne işe yarayacak. Bizim, emekçinin ve dayanışmanın işine yaramayacağı kesin.
Bugün Almanya’da Kovid aşısı karşıtlığında ve birçok farklı konuda eylem ve söylem olarak aşırı sağ ve aşırı sol diye adlandırmanın kolayca mümkün olduğu guruplar aynı eylem ve aynı söylemlerle birleşiyorlar. Bu kutuplaşan toplulukların yapılarının ve enformasyon kaynaklarının aynılığının ötesinde savuruldukları noktadaki özelliklerinin de aynılaşması anlamında önemli bir örnek diye düşünüyorum. Ancak şüphesiz kutuplaşmanın toplumsal yapı ve bireye verdiği en büyük zarar ve absürtlük bu değildir.
11 Eylül’den sonra dijital gelişmeler habere ulaşma anlamında kâğıttan ekrana geçişte büyük rol oynadı. Buna paralel olarak artık habere bedava ulaşan kitlelerin basılı gazetelere ilgisi azaldı. Bütün bu gelişmeler büyük gelir kaybı yaşayan ana akım medyada ciddi bütçe kısıntılarına yol açtı. Aynı nedenle yani bu beklenmeyen büyük saldırının batıda yarattığı şok nedeniyle batının ayıpları, yalanları, suçları ve savaş suçlarıyla ilgili haber yapmayı güçleştirdi. Çünkü ABD teröre karşı büyük bir savaş başlatmıştı. Dünyadaki terörün en gerçek destekçilerinden birinin teröre savaş açması gibi bir durumu anlamlandırmaya çalışmak güç. Ama gerçekten de CIA, Mossad, FBI, MI7 gibi gizli polis yapılarının yalnızca bütçeleri değil yetkileri de sonsuz bir noktada arttırılırken işkence gibi insanlık suçları sıradanlaştı. Guantanamo’da ve her yerde. Güvenlik bütçelerindeki artış ve savaşa hazırlık yalnızca karada değil okyanuslarda da tüm dengeleri bozdu, bozuyor.
Kuralsız vicdansız ve Mc Carthy zamanlarını aratan bir savaşla başladı 21. yüzyıl. Bütün bu gelişmeler ve yine dijital medyanın içinde sürekli barındırdığı kaçınılmaz fake news (yalan haber) oranı zaten büyük oranda cahil olan kitleleri bilgisizlik anlamında daha boş ama kin oranında daha dolu bir ruh haliyle merkezden çeperlere doğru savurdu. Merkezden çepere zaten fakirlik, sağlık ve eğitime ulaşamama ve örgütlenememe sorunları nedeniyle savrulmaktaydı büyük kitleler. Her yerde. İsveç’te beyaz İsveçliler ve örneğin Etiyopyalı mülteci mahallerinde yaşayanlar arasında 14 yıllık bir ortalama ölüm istatistiği var. Yani yabancı kökenliler Oslo’da İsveç kökenlilerden ortalama 14 yıl daha az yaşıyor.
Dikkatli bir araştırma yalnızca Hristiyan dünyasında değil tüm dünyada artan korkudan doğan güvenlik politikaları ve atmosferin birçok ülkede iktidarları sağ hükümetlere devrettiğini görecektir. Sağ hükümetler korkuyu körükleyen, savunma bütçelerini arttıran, güvenlik şirketlerini ve güvenlik için silah üreten şirketleri kutsayan ve zenginleştiren politikalarını daha pervasız sürdürdüler, bugün de sürdürüyorlar. Üçüncü dünyada iktidara gelen sağ hükümetler ülkelerinin sömürülmesini kolaylaştırdıkları için batının bunlara açık ve örtülü büyük destekleri de seçim sonuçlarında etkili oluyordu ve oluyor. Musaddık’tan, Allende’den, Trocki’den Lula’ya kadar bu böyle geldi ve böyle gidiyor. Seçimle olmazsa suikastla, o da olmazsa o ülkedeki faşist güçlere silah para desteğiyle sol hükümetler devrildi. Böylece madenler, meyveler, tarlalar, balıklar gelişmiş ülkelere daha kolay, daha ucuz -sudan ucuz mu demeliydim- aktı.
Bu durum, bu düşmanlık, savunma, güvenlik temelindeki atmosfer temel insan haklarındaki tüm dünyada korkunç geri gidişin birinci sorumlusudur. Dünyadaki demokratik ortamın ABD, Rusya, Çin ve AB gibi değişmez düşmanlarına ek olarak genel atmosfer de uygunlaşmaktadır. İnsan haklarının çiğnenmesinde devletlerle çok uluslu şirketler hiç bu kadar özgür ve işbirliği içinde olmamıştı. Bunun en son örneklerini ABD’den vermek olası ve gerçekten de insanın aklı duruyor. Stewen Donziger 90’lı yıllardan bu yana Ekvator’un yağmur ormanlarını yok eden, yerli halkların toprağını ve suyunu zehirleyen dev ABD’li petrol şirketi Chevron’a karşı yerel halklar adına açtığı davayı 2014 yılında kazanmış ve mahkeme şirketi 9,5 milyar dolar ödemeye mahkûm etmişti. Şirket bu parayı ödemediği gibi Donziger zaten yaklaşık iki yıldır ayak bileğinde bir elektronik kelepçeyle yaşıyordu. 2021 Eylülü’nün son günü New York’ta mahkeme Donziger’i altı ay hapse mahkûm etti. Bunun benzeri örnekleri ve insan hakları, doğa savunucularına yapılan saldırıları, dev şirketlerin cezasız kalan insanlık ve doğa suçların yazmanın sonu yok. En son örneklerden biri de nar yiyip, bu meyvedeki pestisitlerden ölen küçücük Saliha örneği, daha dört yaşındaydı. Kim ceza görecek? Hiç kimse. Bu ikinci Mc Carthy döneminin etkileri çok daha geniş ve zararlarının bir kısmı geri dönüşsüz. Çevre ve insan hakları savunucusu gazetecilerinin kurban gittiği cinayetlerde 2019, 2020, 2021 yıllarında rekorlar kırıldı ve kırılıyor. Tıpkı sıcaklık rekorları gibi. Bu temmuzda da üç gün tüm sıcaklık rekorları kırıldı.
İnternette aşırı iletişim nedeniyle tamamen anlamını değerini ve tadını yitirmiş bir şimdiki zamanda; bozuk, absürt, çözümlenebilir olmayan ve kaynağı, doğruluğu belirsiz haberle karşılaşıyoruz. Bunların hiçbir denetimi yok. Hiçbir denetimi yok.
Tüm bunlardan aslında tamamen yanlış bir özgür ve her şeyi duyan ve gören birey ve her şeyin görülebildiği ve duyulabildiği bir dünya tasviri çıkarır ve şunu deriz; görüyorum, biliyorum, farkındayım. Aslında olup biten bir takım ticari mecraların bizimle oynayıp durmasıdır. Bütün bunların yanı sıra artık bugünle tamamen bağlantısız olan geçmişimizle ve geçmişle ilgili hiçbir şey duymadığımız, kesintisiz bir gürültüye dönüşmüş büyük ve sürekli sansürün içinde tüm tarih bilincimizi yitiririz. Her şey günceldir her şey son dakika ve breaking news ve ona benzer bir şeylerden ibarettir. Onlar da yıldız kayması kadar kısa sürer. Yakamoz gibi belirsiz ve tanımsızdır. Haber, bilgi, yorum zannettiğimiz Twitter, Facebook, Tic Toc ve diğerlerinden gelen kesintisiz gürültüyle ne yapacağımız konusu da sorunludur. Bu gürültünün tereddütsüz ve mutlak sonucu bu mecraların sahiplerinin dünyanın gelir skalasında en tepeye yerleşmeleridir. Bu suçlular, örneğin Zukerberg ve benzerleri ABD kongresinde yapılan sözüm ona yargılamalarda simit çalan bir çocuğa verilen ceza bile verilmeden beraat ederler. Hâlbuki örneğin Myanmar’daki, Hindistan’daki ve birçok başka ülkedeki nefretin sorumlusu olarak insanlık suçu işlemişlerdir ve işlemeyi sürdürüyorlar.
Bütün bu sanal mecralar ve ek olarak ana akım medya günümüzde hem cümlenin yapısını son derece basite indirgemekle, hem de cümleyi kısaltmakla kalmamış, (neredeyse bir evcil hayvana, kediye, köpeğe verilen talimat cümlesi kadar basit: Otur Max gibi) tarih dediğimiz şeyi çok kısa anlık süreçlere indirmiştir. Taliban, Irak, Vanezuella, Papua Yeni Gine haberlere konu olduğunda bahsi geçen öldürme, sel, yangın ve göçmenlik halleriyle (bir keşifle, icatla ya da iyi bir şeyle habere konu olmazlar) ilgili haberlerin hiç biri bütün bu kötülük ve felaketle dolu üçüncü dünyanın bugününün bir otuz, elli veya yetmiş yıl öncesi ABD, Rusya veya İngiltere, iki yüz yıl ve beş yüz yıl önce de sıklıkla Portekiz ve Hollanda ya da İspanya tarafından karartıldığını anlatmaz.
Buna şu somut örneği vermek isterim. Şu sıralar çok sık görülen Afganistan haberlerinde ABD askerlerinin bu ülkeden çekiliş süreci var. Ama Taliban’ın neredeyse ABD’nin kurduğu ve her türlü silahı ve maddi desteği sağladığı geçmiş unutulmuş. Nasıl unutulmasın BBC haberlerinde İngiltere, (Afganistan’ın ilk katili) sanki hiç alakasız bir ülkeymiş gibi duruyor. Russia Today haberlerinde Rusya Afganistan diye bir ülkeyi yeni duyuyormuş gibi davranıyor. Ve Çin kaynaklı haberlerde düne kadar terörist örgüt sayılan Taliban bugün BM toplantılarına katılmak istiyor ve Çin hiç gecikmeden bu hükümeti tanıyor. Akıl zorlayan bir mantıksızlıklar dizisi. Niçin? Çünkü bu ülkede hâlâ sömürülecek hayli kıymetli maden var.
Adani şirketi Avustralya’nın en büyük kömür şirketi. Bu şirketin kömür çıkardığı bölge, yöntem ve büyüklük dünyanın en önemli mercan ormanlarını tehdit ediyor ve şirket şu sıralar ikinci bir kömür madeni için tüm izinleri aldı. Bundan daha trajik olansa yakın kasabalardaki halkın firmayı savunuş şekli. Halkın çok ciddi bir kısmı o denli cahil ve faşist ki bunu sözlerle anlatmak zor. İşte bunları her şeyi duyduğumuzu zannettiğimiz mecralardan neredeyse hiç duymayız. Dev şirketlerden iyi haber olarak duyduğumuz şeylerin içine de hayli yalan karışmıştır ki bu biraz da kapitalizmin sistem içinde çalışan bireyi hapsettiği hapishanenin darlığındandır. Örnek BMW, Mercedes Volkswagen, Fiat, Renault vs. bunlara olan inanç da düşmüşken şimdi yeni bir kampanya başlattılar; elektrikli araba şu bu. Evet, milyonlarca insan elektrikli araba alacak. Peki, ortaya çıkacak olan atık ne olacak? Bu yeni arabalar için gereken ham madde, maden, enerji?
Bir başka sansür de oto sansür. Her ne kadar çokuluslu şirket ve devlet tarafından hâlâ gereğinden fazla ve şiddetli kullanılıyor olsa da dışarıdan gelen sansüre gereksinim bitmiştir. Devletler ve holdingler hantal yapılar olduğu için bunun gereksizliğinin farkında değildir henüz. Günümüzde artık buna ihtiyaç yoktur. Oto sansür birkaç farklı başlıkta yeterince kapsayıcı olmuştur. Bunun bir ayağı çok yoğun bir korkuysa bir diğer ayağı da geçmişin şimdisizlikte boğulması ve bugüne artık bağlanamamasıdır. Bu nedenle de artık hiçbir şeyi bilmeyiz. Geçmişi neden bilmeyiz? Büyükler öyle istediği için bilmeyiz.
Ama mesela Kim Kardashian ile ilgili her şeyi biliriz.
Aslında artık hiçbir şey bilmiyoruz. Çünkü bugüne dair üzerimize boca edilen ve en iyisi, en kıymetlisi bilgi kılığına sokulmuş enformasyon olan ve bu nedenle de pek bir işe yaramayan, kalanı da yalan, simülasyon, manipülasyon ve reklam olan okyanusa o kadar batmış durumdayız ki, boynumuzu çevirecek durumda bile değiliz açıkçası.
Biz artık Ekvator’daki korkunç petrol kirliliğini, Papua Yeni Gine’deki orman katliamını, ülkemizdeki ormanları son kanun değişiklikleriyle bekleyen tehlikeyi, İran’daki Karun ve ABD’deki Colorado, Artvin’deki Çoruh Nehrinin acı kaderlerini bilmeyiz. Bilsek ne olacak, aşırı iletişimin dev girdabına kapılan binlerce atığın içinde bu kıymetli bilgiler de zihnimizin dibine çöküp, diğerlerine karışarak çürüyor.
Çok yaygın bir kutuplaşma var. Macaristan, Türkiye, ABD, Fransa, Yemen, Somali, Burkina Faso, Rusya hemen ilk elde akla gelenler. Bu ülkelerin başına geçen liderler de şu ya da bu şekilde çok uzun süreler, bazen de hayat boyu iktidarda kalıyorlar. Çin ve Rusya liderleri hayat boyu iktidarda kalacak gibiler. Bu çok uzun iktidarlar sürecinde toplum daha bilgisiz daha faşizan daha ırkçı ama hepsinden daha da tehlikelisi daha kutuplaşmış bir hal alıyor. Bunu bu liderlerin politikaları mı yapıyor sorusunun cevabı elbette evet olmalı ama başka sebepler de var ve iktidarların işini çok kolaylaştırıp, ellerini güçlendiriyor.
Sosyal medya dediğimiz karmaşık yapıya eklenen Netflix gibi yeni mecralarla da güçlenen görüntü ve ses yığınının aptallaştırdığı insan yığınları çok kötü yönetilen sağlık eğitim ve ekonomi politikaları yüzünden ve artan baskılardan dolayı zaten dayanışma ve direnme imkânlarını hayli yitirmiş durumdalar. Bu kitlelerin algıları maruz kaldıkları bu manipülatif medya ve yeni medya tarafından iyice bulanıklaştırılır. Bu haldeki bireyin ve kitlelerin ne kadar sağlıklı ve güçlü bir alternatif arayışını, direnişi başlatıp sürdürebileceklerini tahmin etmek zor değil. Myanmar’dan Bolivya’ya uzanan geniş bir coğrafyada yalnızca Bolivya olumlu örneği var önümüzde. Morales’e kurulan komplo cezalandırılıyor: Bir mucize bu. Sonunu birlikte göreceğiz. ABD her zaman olduğu gibi kötünün yanında işe karışacak ve kan akacak diye korkuyorum. Diğer tüm coğrafyalarda direniş bir kazanca ulaşamadan söndürülüyor. Gerekirse en sert yöntemlerle bastırılıyor. Liderler muhalefet edenleri açıkça zehirlemek, hapse atmak ve öldürmek dahil her yöntemi kullanıyor ve AB liderleri bu katillerle şu ya da bu toplantıda hiçbir şey olmamış gibi şakalaşıyor. Avrupa’nın çifte ahlakı bu. Ama gezegendeki tek referans noktamız da burası, AB. Geriye ABD, Rusya ve Çin kalıyor. Seç beğen.
Tüm bunlar yazının öznesi olan merkezkaç süreçleri güçlendiriyor ve toplum kutuplaşıyor. Sonsuz güç ve sonsuz iktidar heveslileri için bundan daha güzel ve bulanık bir ortam olamaz. Çünkü bu bulanıklık fırtınadaki balıklar haline getiriyor insanları. Tüm süreçler hızlandı. Görsel yapılar kısaldı. Kurguda kullanılan parçalar daha küçük ve kısa. İnternet mecralarında bu kısalık aşırı boyutlarda. Kısa söylemenin değil saklamanın aracıdır. Gıda güvenliği, tıbbi hizmetlerin ulaşılabilirliği, parasız eğitim gibi konularda bir iyileşme yok, aksine Almanya bile ABD’leşti ve çürüdü. Korona aşısının ilk bulunduğu ülkede aşı yok. Adalet yavaş, kitlelere sağlık, gıda yardımları yavaş ve aksak.
Hızlanan ve iyileşen şey internetin kapsama alanı, çoğalan görüntü ve ses bulamacı. Kurgudaki hız yaşamda da var. Ama bu mutlu eden bir hız değil. Hız arttıkça dağınık insan yığınları da bulundukları yerden mekânın dış sınırlarına doğru savruluyor. Fizikte olduğu gibi hız arttıkça mekândaki serbest ögeler çeperlere doğru savruluyor. Hız arttıkça bu savrulma da artıyor ve nesnelerin maruz kaldığı bu rahatsız durum süreklilik kazanıyor.
Karşı kutuplarda yer alan insanların arasındaki mesafe bu savrulmayla maksimum ve minimum düzeye ulaşıyor. Devamlı dönen ve hızlanan bir daire düşünü, herkesi çepere savuran bir güç. Kutuplaşma dediğimiz şey de tam bu. Ancak çok rahatsız ve sürekli bir savrulmaya maruz kaldıkları için bu kitlelerin ve onu oluşturan bireylerin göremediği şey kendilerinin tam karşıda diye tanımladıkları insanlarla çok benzeşmeleri ve bazen yan yana savrulmaları. Çünkü aynı zulme ve savrulmaya maruz kalıp aynı rahatsız durumu yaşıyor ve aynı çepere doğru savruluyorlar. Prof. Dr. Melek Göregenli artan zulüm ve haksızlıklara bakınca kutuplaşmanın daha fazla olması gerektiğini söylüyor. Haklı. Zulme uğrayan gurupların ve bunun sözde sözcüsü olan muhalefetin söyleminin genel samimiyetsizliğine bakınca bu yorumun çok doğru olduğu ortada. Ama iki temel sorun var bu kutuplaşma yorumuyla ilgili. Bir kere olağanüstü ve olağandışı bir durumda yaşadığımız için sağlıklı olan ve sonuç getirebilecek, barışa ve adalete yönelik her türlü kutuplaşma isteği iktidar tarafından hemen her yol mubah görülerek sertlikle bastırılıyor. Tüm bu savrulmanın yarattığı delilik yaşamımızın üzerinde giyotin gibi sallanan şiddet ve onun doğurduğu korku iktidara gereken cevabın verilmesini güçleştiriyor. Her tür çılgın ve amaçsız gibi görünen savrulma iktidardan destek görüyor. Bu savrulma ve türbülans “olağanüstü hal” gibi olağanüstü bir imkânı iktidara sunuyor ve her tür akılcı savrulma sonsuz bir sertlikle bastırılıyor.
Toplum içindeki farklılıklar o toplumun gücüdür. Dinamikleri bu güç tetikler. Kanımca bir toplumu daha yaratıcı kılan ve dinamik hale getiren kavram kutuplaşma değil farklılıklar ve bu farklılıkların korunmasıdır. Kutuplaşma her durumda tehlike işaretleri barındırır ve özelliği gereği farklılıktan farklı bir şeydir. Daha önce dediğim gibi bir kere çok rahatsız bir durumdur çünkü bireyi kutba, çepere savuran durum bitmemiştir, süreklidir ve bu dengede durmayı ve dayanışmayı güçleştiren bir durumdur. Hayatta kalmak ve daha fazla savrulmamak gibi öncelikler vardır.
Eğer yazıyı buraya kadar okuma sabrı gösterdiyseniz esas kısmı burada. Her şeye rağmen on yıldır birlikte, beraberce bu festivali, gerçek bir dayanışmayla BIFED’i yapıyoruz. Hepimiz elimizden gelenin de fazlasını yapıyoruz. Çok az görülen bir imece bu. Bunun değerini biliyoruz.
Ama şunu da paylaşmakta yarar var; altın arayan şirketlerin, Pepsi’nin, Mc Donalds’ın veya herhangi bir tarikatın yıllık bütçelerine veya halkla ilişkiler bütçelerine bakınca milyon veya yüz milyon dolarlar görüyorsunuz. Bu açık olan, açıklanan. Rüşvetler falan görünmeyen kalemlerdir herhalde. Tüm bunlar ortadayken karşı propaganda sayılabilecek; yani barışı, adaleti, iklim kâbusunu sonlandırmayı, eşitliği savunan festivalimizin zavallı bütçesini her sene bu kadar zor oluşturmak da işin acı tarafı elbette. Bunu söylemeden de olmaz.
Bu festival ve etrafındaki büyük dayanışmayı yazmaya kalksak bu kadar daha yazmak gerekecek ama yakında bir kısmını afişlerde, oraya sığmayan dev listeyi internet sayfamızda ve kataloglarda paylaşacağız.
[Bu yazının kısa hali Ağustos 2023’te Bozcaada Mendirek Dergisi’nin 56. sayısında yayınlanmıştır.]