Rizeli olan eşim mutlulukla çocukluğunun yaz aylarını yemyeşil ağaçlar ve çay bahçeleriyle dolu olan köyünde geçirdiğini anlatırken, “ben de çocukluğumun yaz aylarını köyde geçirdim” dediğimde gülümsedi. Ardından, “adadan köy mü olurmuş” diye de alay etti. Başkalarına komik gelebilir ama evet benim köyüm Paşalimanı adasında.
Ailem adaya ilk olarak komşuları aracalığıyla 1984 yılında yaz tatili amacıyla gitmişler. O kadar çok sevmişler ki bir ev satın almak istemişler ve bizim de adalı olma maceramız başlamış.
Çok fazla şey ifade ediyor bana Paşalimanı. O telaşsız ve sakin hali, insanı şaşırtan sessizliği. Zamanın oldukça yavaş aktığı, hiç kimsenin bir şeylere koşturup yetişmeye çalışmaması… Kafamı boşaltıp, ruhumu doyurup dönüyorum İstanbul’a her defasında. Haliyle bunaldığımda sığındığım limanım
adada.
30 yıl öncesini düşündüğümde zihnimde canlanan anılarımdan bahsetmek istiyorum biraz. Sadece sabah 8’de ekmek arabası gelirdi ve biz çocuklar heyecanla beklerdik o sıcacık ekmekleri. Erzak ihtiyacı için Erdek’e gidilirdi.
Şimdi artık hemen her köyünde market var adanın. O zamanlar ekmek dışındaki hiçbir ihtiyacımızı gideremezdik. Yaz kış adada yaşayan komşularımızın bahçelerinden sebze meyve ihtiyacımızı karşılayabilirdik yalnızca.
Herkes birbirini tanırdı ve koruyup kollardı. Gündüzleri deniz kenarında, akşam saatleri ise çay bahçesinde geçerdi. Tek aktivite çay içip okey oynamak ve sohbet etmekti. Ki şu an bile akşamları yapılabilecek tek aktivite hâlâ çay bahçesinde zaman geçirmek. Zaman zaman adadaki yoğunluğa göre açılan diskolar var, burada adanın gençleri, yaşlıları dans edip eğlenirler. Biz çocukları ise ya bebek arabasında ya da arabaların arka koltuğunda uyuturlardı.
3 yaşındaki kardeşimi bana emanet edip denize gönderirdi annem mesela. Ben de 8 yaşındaydım bu arada. “Boğulmasından ya da zarar görmesinden korkmazdım. Çünkü onlar sadece benim değil adadaki herkesin çocuğuydu” diyebiliyor annem anlatırken rahatlıkla. Öyle bir güven duygusu hayal edin.
Günde bir kere feribot gelirdi ve adada yaşayanlar heyecanla iskeleye koştururdu. Yakını gelsin gelmesin o feribotu karşılamaya giderlerdi mutlaka.
Birinin yardıma ihtiyacı olduğunda herkes el uzatırdı. Mesela komşumuzun teknesi boyanacaksa boyasını getirirdi Mustafa amca. Tam işe koyulduğu esnada çay bahçesinden koşar gelirdi birileri ve el birliğiyle iki saat sürecek iş yarım saatte bitiverirdi.
Günümüze baktığımda çok fazla şey değişmedi Paşalimanı’nda. Selam verip elini öptüğüm, sarıldığım insanlar aynı hâlâ. Çocukluğumu bilen ve beni kendi evladı gibi gören insanların yakınlığı da.
Evlerini belli dönemlerde pansiyona çevirip yazlıkçıların adada konaklayabilmesine imkân sağlayanlar var ve böylelikle farklı insanlar da gelebiliyorlar. Fakat hâlâ yılın en yoğun zamanlarında bile 2 km’lik Poyrazlı kumsalında maksimum 20-30 kişi görülür. Sakin ve sessizdir genel olarak. Kalabalık ve aktivite sevenler için sıkıcı olabilir hatta. Çünkü çay bahçesinde oturup sahilde yüzmek dışında yapılabilecek pek bir şey yok burada. Plajda asla gümbür gümbür bir müzik duyamazsınız mesela. Şezlong ve şemsiyenizi kendiniz taşırsınız kumsala. Aynı şekilde yiyecek ve içeceğinizi de kendiniz götürürsünüz.
Deniz ise hemen her gün değişkendir. Bizim yaşadığımız köy olan Poyrazlı genellikle rüzgârlı ve dalgalıdır. Yüzülemeyecek kadar büyükse dalgalar adanın başka koylarına gideriz ve daha az dalgalı, sakin bir koy buluruz.
Akşamüstü küçük sandallarıyla balık tutmaya gider pek çok insan. Elleri boş dönmezler asla, akşam yemeğini çıkarırlar mutlaka.
Türkiye’deki hemen her adaya gitmiş biri olarak söyleyebilirim ki 21 kilometrekarelik yüzölçümüyle popülerleşmemiş ve oldukça bakir kalan tek ada Paşalimanı adası.
Ne kadar daha böyle bakir kalır bilemiyorum ama ben bu halinden çok memnunum. İlk gelişinde sıkılan ve nasıl zaman geçireceğini bilemeyen pek çok kişi tekrar tekrar gelmek istediğine göre bu sakinliği seven yalnızca ben de değilim.
Çocukluğumdaki kadar çok zaman geçiremiyorum artık orada ve adalı olma sürecinin neresindeyim tam olarak bilmiyorum ama benim köyüm Paşalimanı adasında diyebiliyorum gururla.
MERT GÜLLE
[Bu yazı Ekim 2022’de Bozcaada Mendirek Dergisi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.]