2007’nin yazında ilk kez adaya gelirken, gemide (arabalı vapura biz burada gemi diyoruz) nasıl büyük bir şaşkınlık yaşadığımı dün gibi hatırlıyorum. İnternette fotoğraflarda gördüğüm ada, bu değildi; oradaki ışıl ışıldı, bu gerçek hali ise çorak, neşesiz, soğuk görünüyordu.
Gemi, limana girince her şey değişti; yüzüm aydınlandı. Haşmetli bir kale, kiremit çatılı, küçük, beyaz evler, kordonda acelesiz dolaşan insanlar, martılar, kargalar… Her şey tam bir masal tadındaydı. İşte o an ömrümü geçireceğim yerin burası olduğuna karar verdim. Şimdi sorduklarında, hâlâ, “adaya bir geldim, on yıl olacak neredeyse, bir türlü ayrılamıyorum”
diyorum.
Adaya gelen insanlarda iki duygu oluşur: Ya severler ya da nefret ederler. Ortası yoktur. Bense insanın yaşayacağı yerin doğmadan önce, kalbine yazıldığına inananlardanım. Bütün bir hayatı, orayı aramakla geçer. Bulanlar şanslıdır; bulamayanlar ise ne yazık ki kaybolurlar. Şu an burada, bu güzel adada yaşayan herkes işte o şanslılar grubuna dâhil olanlardır.
Akşamüstü ve rezervasyonsuz gelmişseniz adaya, kalacak yer bulmak sorun olabiliyor. Bende de öyle oldu ama bunu sonraları şans olarak değerlendirdim hep; çünkü Hatice teyzeyi tanıdım bu sayede. O akşam, Namazgah çeşmesinin yanındaki ahşap evde kaldım. Oturduk, sohbet ettik çok kısa. Adayı gezmek için dışarı çıkarken Hatice teyze, bana “Oğulcağızım, burada geceleri hava serin olur, şu kazağı omzuna al” demeseydi, ada insanının ne harika olduğunu belki de bu kadar erken öğrenemeyecektim.
Adada biz, çocuklara ‘dada’ deriz. Ada dadalarının büyük yürekli olduklarını öğrenmem de çok kısa sürdü. Yaşadıkları yerin dört tarafının da deniz olmasının bunda elbet etkisi var ama yalnız bu değil; ada dadaları, burada öyle özgür, öyle kendi tavında büyüyor ki kalpleri kocaman oluyor ve herkes için bir yer bulunuyor orada.
Ada için, orayı bilmeyenler “Çok küçük bir yer” derler. Bu doğru değildir ama bu yanlış bilgiyi düzeltmek için biz hiç çaba harcamayız. Çünkü isteriz ki adayı herkes kendi gözüyle görsün, kendi kulaklarıyla duysun, kendi adımlarıyla yürüsün; ne gördüğüne o karar versin. Bir de elbette, adanın bazı güzelliklerinin sadece bizce biliniyor olması hoşumuza gidiyor.
Ada küçük bir yer değil. Çünkü küçük bir yer bu kadar hızlı değişemez. Kaldığım yıllar boyunca ne çok şey değişmiş adada… Namazgah Çeşmesi’nin arkasındaki park yoktu mesela, sonradan yapıldı. Arkadeniz’de bir ilkokul lojmanı vardı, denize sıfır; yıkıldı. Yine Arkadeniz’de eskiden o kadar gürültü ve ışık kirliliği yoktu; şimdi var galiba. Salhane geldiğim yıl kapatılmıştı, bu yıl yeniden açıldı. Ada gençleri ne de güzelleştirdiler orayı. Çınaraltı tenteli değildi, Aydo Kafe Aido Cafe değildi, yazın yolda yürümek bunca insan kalabalığına alışkın olmayan bizlere bu denli zor değildi. Herkesin keyifle katıldığı, rengârenk müzikler dinlediği Bağ Bozumu ve Tadım Günleri’nin bir gün düzenlenmeyeceği aklımıza hiç gelmezdi. Kalenin ışıkları sarıydı eskiden ve adanın tılsımlı rüzgârlarında kulağımıza şarkılar söylerdi. Karşıdan müzisyenler gelebiliyordu adaya, “Müzisyenler Giremez” tabelası alışkın olduğumuz bir ifade tarzı değildi. Ayazma bu kadar kalabalık olmazdı. Koylarda bu kadar çok çöp olmazdı, kordondaki düğünlere tüm adalılar katılırdı. Her yer pansiyon değildi. İşletmeler bu kadar hızlı sahip değiştirmezdi ama adada gökyüzü hep maviydi ve mavi kaldı. Çünkü, adanın değiştiren, dönüştüren, iyileştiren elinin -ki adanın rüzgarı onun elidir- hep bir bildiği vardı.
Ne o ne de biz değişime karşı gelebiliriz ve fakat güzelleştirerek değiştirmek elbet bizim elimizde. Şimdi dönüp on yıla baktığımda gördüğüm şey; beni öfkelendirmiyor, neşelendirmiyor da. Ama biliyorum ki adanın güzel insanları şimdilik köşelerinde gizleniyorlar. Biraz yorgunlar ya da başka bir şey… Yine de biliyorum ki günü geldiğinde içlerindeki aydınlığı dağıtmak için adanın dört bir yanını arşın arşın adımlamaya çıkacaklar bu güzel yüzler.
Hatice teyze mi? Nurlar içinde yatsın; gitti. Geride, kapının önünde oturan, beyaz yaşmaklı fotoğrafını bıraktı izleğimde. Şimdi bile, ne zaman o evin önünden geçsem, sanki bana “Oğulcağızım, burada geceleri hava serin olur, şu kazağı omzuna al” diyen sesini duyuyorum. Ve biliyorum ki ada dadaları, tıpkı Hatice teyzenin cümleleri kadar yaşanılır bir adayı
yaratacaklar.
Kocaman kalpleri çok büyük ve çok güçlü çünkü.
[Bu yazı Ekim 2016’da Bozcaada Mendirek Dergisi’nin 15. sayısında yayınlanmıştır.]