Yiğit Başak; adada 20 yılı devirmiş, buranın koşullarına katlanmanın ötesinde adayla gönülden bağ kurmuş bir ressam. Rum Mahallesi’nde “Resim Evi” adlı atölyesiyle sanat ilgililerine yağlı boya tablolarını sunuyor ve satıyor. Burayı da ‘devamlı yağlı boya resim sergisi’ olarak tabir ediyor. Tuval ve tahta parçaları (ve lodos tahtaları) üzerine yaptığı rembetikoları, ada evleri, kapıları ve koyları görülmeye değer.
Yiğit Başak kimdir? Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Kars’ta doğdum. 1955-56 civarıydı. Sonra ailecek İstanbul’a geldik. Sonra İzmir’de gelişti olaylar. Son olarak da buraya geldim.
Resim nasıl başladı hayatınızda, bununla ilgili bir eğitiminiz var mı?
Mektepli değil alaylıyım. Babamdan gelen bir gen bu. Sanat konusunda çok iyiydi. Çok güzel şiir yazar, hikâye yazar, resim yapar, tahta oyardı. Sonra ben resim yapmaya başladım. Ardından bu resimler satılmaya başladı. Bodrum’da İstanbul’da Alaçatı’da, Çeşme’de bir sürü sergi açtım ve çokça satışlar oldu. Sonra Bozcaada’yı keşfettik. Ama en sevdiğim yerdi burası.
Ada hikâyeniz nasıl başladı peki?
Bu çok enteresan. Kilitbahir’de Dardanel Otel diye bir yer vardı. Onun sahibi benim üniversiteden Çetin diye yakın bir arkadaşımdı. Orada onun otelinde güle eğlene bir kış geçirdim. Sonra Çanakkale Yalı Han’da bir atölye açtım. Orada bir sürü insanla arkadaş olduk. Meltem de onlardan biriydi. Sonra bir gün Meltem adaya gelmiş. Özcan Hanım’ın (Germiyanoğlu) galerisini (Rengigül Sanat Galerisi) görmüş. Bana buradan bahsetti. 1999-2000 seneleriydi. Sonra ben de adaya gelip kendisiyle tanıştım. O zamanlar bu galeri biraz züccaciyeci dükkânı gibiydi. Kumaşlar, perdeler satılıyordu. Ertesinde biz de Yalı Han sanatçıları olarak 5 kişi orada bir sergi açtık. Hatta Özcan Hanım’ın bağ evinde kaldık. Sergi bitince Özcan Hanım bana, “Diğerleri gitsin, sen burada kal” dedi. Ben de 5 sene boyunca bu galeriyi işlettim. Sonra bir süre Sibel Güler’le birlikte çalıştık. En sonunda da kendi atölyemi açtım.
Bozcaada sanatınızı ne yönde etkiliyor? Size ilham veriyor mu?
Ben hep hayatımı resim yaparak geçirdim. Bayağı da satış oluyordu. Hatta bugüne kadar sergi açtığım hiçbir yerde adada olduğu kadar satış olmadı. Adayı da seviyorduk. Zaten eserlerimde hep adanın koylarını, evlerini, kapılarını yaptım. Büyük kızım Hırvatistan Zagreb’de yaşıyor. Kapı koleksiyonunun bir kısmını onlar satın aldılar. Orada Amerikan Elçiliği’nde “Bozcaada Kapıları” sergisi açıldı mesela. Şimdi o kapı resimlerinden bir tanesi bile kalmadı. Keşke Bozcaada Belediyesi en azından birkaçını alsaydı. Yakar Kaptan’ı yaptım mesela. Lisa’nın duvarlarında sergiliyorduk bunları. O resmi Norveçli bir kaptan geldi aldı. Güzel günlerdi.
Bozcaada’da son 20 yıl içinde neler değişti? Dönüşüm dediğimiz durum sizce
ne zaman ve nasıl gerçekleşti?
Eskiden dostluklar, arkadaşlıklar vardı. Mesela bir koya giderdik, 3 gün aşağı inmezdik. Çadırlar kurulur, içkiler içilirdi. Sibel’in Habbele tepesinde evi vardı. Orada günlerce eğlenirdik. Şahaneydi. Sonra nüfus arttı adada. Pastada yenilen dilimler azaldı. İnsanlar birbirine düşmeye başladı. Şimdi hiçbir şey kalmadı. Bu dönüşüm Gestaş yüzünden oldu. Çok insan getirmeye başladılar. Elinde çekirdek, cebinde suyla gelen geldi. Hâlâ da öyle. Saat başı feribot geliyor buraya. Üzülüyorum.
[Bu yazı Ağustos 2019’da Bozcaada Mendirek Dergisi’nin 32. sayısında yayınlanmıştır.]