Denizimiz cesetlerle doldu. Artık ondan ‘mezarlık’ olarak söz ediliyor. O kadar çok insan öldü, o kadar çok çocuk öldü, o kadar çok bebek öldü ki, her köşesinde hayaletler dolaşıyor. Hangi kuytudan, hangi yosun yığının altından, hangi kumsaldan ceset çıkacağı belli olmuyor…
Lodosçular artık tahta parçaları değil, insan parçaları topluyorlar.
Hemen Güney’imizdeki Midilli’den söz ediyorum. Göz ucumuzdaki güzelim adadan. Kıyılar can yelekleri ve cesetlerle dolu.
Midilli ile denizimiz ortaktır. İçme suyumuz ortak olduğu gibi: O da Kaz Dağları’ndan alır. Rüzgârımız, fırtınamız, güneşimiz ortaktır. Balıkları oradan yola çıkıp Mermer Burnu’na ulaşır.
21. yüzyılın 15. yılında Kuzey Ege, belki de tarihinin en kötü günlerini yaşıyor. Ki kaçın kurasıdır, neler neler görmüştür. Persler’i görmüştür, İskender’i görmüştür. Mübadele’yi görmüştür. Ama böylesini görmemişti.
Yüzbinlerce insan oradan ölüme meydan okuyor ve bazen kazanamıyor.
Son 50 yıldır romantik bir kaçamak yeri olarak hayali kurulan bu deniz şimdi korku hikâyelerinin mekânı olarak anılıyor…
“Bize ne” diyemeyiz.
Bizim plajlarımıza da bebek cesetleri vurabilir. Kumsalda yeni Aylanlar çıkabilir karşımıza.
Demek ki kaçmak mümkün değil kötülükten. Adalara sığınmak mümkün değil. Çünkü ada diye bir şey yok artık. Kötülüğün eli uzun, Ege’nin kuytularına da ulaşıyor.
Boncuk mavisi denizde açılan beyaz yelkenliler geride kaldı. ‘Romantik Dönem’ bitti.
Yerine ne başlıyor?
[Bu yazı Aralık 2015’de, Bozcaada Mendirek Dergisi’nin 10. sayısında yayınlanmıştır.]