Son sözü baştan söyleyerek yazımıza başlayalım: “Kimse adanın betonlaşmasını istemiyor.”
Ada içindeki tartışma tamamen yapay. Herkes “kendi eşeğinin daha anırgan” olduğunu kanıtlamanın peşinde. Bunun için de karşı tarafı düşman ilan etme kolaycılığını seçmiş durumda.
Tarafları, malum “yürüyüşe katılanlar” ve bu “yürüyüşe katılmayanlar” olarak adlandıralım. Yürüyüşe katılanlar karşı taraf için;
- Bunlar tehlikenin farkında değil,
- Üç kuruşluk menfaat için güzelim adayı talan ettirecekler,
- Ada ve memleket duyarlılıkları yok… gibi suçlamalarda bulunuyorlar.
Yürüyüşe katılmayanlar ise yürüyenler hakkında;
- Bunlar adanın gerçeklerini bilmiyorlar,
- Zaten gerçek adalı biziz,
- Tatile gelmişler bize züppelik yapıyorlar… gibi karşı bombardımana geçiyorlar.
İki tarafın da kötü niyetli kişilerinin yüksek perdeden seslendirdikleri bu ithamlar kesinlikle yanlıştır, ada gerçekliğiyle uzaktan yakından alakası yoktur.
Derhal kendimize gelelim ve karşı taraf gibi gördüğümüz adalıların ne düşündüğünü anlamaya çalışalım. O zaman eminim ki aslında bizden farklı zannettiğimiz komşularımızın ne kadar bize yakın olduklarını göreceğiz.
Eğer bunu yapmazsak gerçekten Bozcaada’nın elden gittiğine, yok olduğuna, çirkinleştiğine, değerlerini yitirdiğine hep beraber tanık oluruz. O gün gelirse ne günlük siyasal çıkarlarımızın, ne bu gün hoş görünmeye çalıştığımız iktidar sahiplerinin sırtımızı sıvazlamalarının, ne canlı tutmaya çalıştığımız direniş bilincimizin hiçbir kıymeti kalmaz. El elde baş başta kalırız; hatta “eskiden burada bir çınar vardı, biz buraya çınar altı derdik, onu da kestiler” diye sohbetler ederiz. Ama dikkat edin yine biz bize sohbet ederiz, bugün adalılar arasında yapay tartışmaların ateşleyicileri yanımızda olurlar mı bilmem!
[Bu yazı Kasım 2014’de Bozcaada Mendirek Dergisi’nin 3. sayısında yayınlanmıştır.]