2014 yılının başlarıydı. Oldukça sert bir havada eşim Burcu ile adaya geçiyorduk. Amacımız yaklaşık bir yıl sonra yaşamayı planladığımız Bozcaada’da iki hafta kadar geçirmek ve kışını da test ettiğimiz adada yaşayıp-yaşamamaya karar vermekti biraz. Elbette yaz mevsiminden daha fazla diğer mevsimlerini sevdiğimiz Bozcaada’da biraz kalmak da bize iyi gelecekti. Sağ olsun Şenay (Alır) abla, merkezdeki ufak pansiyonlarının anahtarını vermişti, orada kalacaktık.
O zamanlar imar planları ile ada çokça gündeme geliyordu. Serkan (İlik) da Bozcaada Haber’i henüz kurmuş, Facebook’ta bir süredir devam eden yazılarını internet sitesine yavaş yavaş taşıyordu. O zamanlar bugünkü gibi dümende Serkan vardı ama Umut, Ercan, rahmetli Muzaffer de Serkan’ın yanındaydı.
Akşam Geyikli’den son gemiye bindik ve gemide Serkan’la karşılaştık. Aslında Burcu’nun da benim de arkadaşım -yaşıtımız olması hasebiyle- Serkan’ın abisi Ercan’dı. Tabii Serkan’ı da tanıyorduk, muhabbetimiz vardı ama o güne kadar “merhaba, merhaba” kadardı. Feribot hareket edip de denizin ortasına gelmiştik ki sıkı bir poyraz fırtınası gemiyi iyice sallamaya başladı. Kapalı salondaydık ve çay bardakları birer ikişer devrilmeye başladı. Sanırım Jandarma’ya mensup askerler de muhtemelen bir görevden geliyorlardı. Hava kararmıştı. O ara feribotun ışıkları bir iki kez gitti geldi. Geminin önü kalkıyor, sonra hızlıca yeniden denize vuruyordu. Bu tip durumlarda çok fazla korkmayacağımı düşünürdüm ama gemi içinde siren gibi şeyler çalmaya başladı. O an askerler hızla kapalı olduğumuz yerden çıktılar. Korkmadım diyemem.
Adaya biraz daha yaklaştıkça, liman ağzına kendimizi atınca 45 dakikayı bulan yolculuğumuzun en durgun kısmına gelmiş bulunuyorduk. O dalgaların şiddetle bizi havaya kaldırıp bir de suya vurduğu anlarda Serkan’la Bozcaada Haber’i (BH) konuşuyorduk. O dönem düzenli olarak Birgün gazetesinde yazıyordum. Ayrıca ulusal medyada ve internet haber sitelerinde birçok arkadaşım da çalışıyordu. Serkan, imar planıyla ilgili dönemin belediye başkanı Mustafa Mutay ile görüşmek istiyordu. Bu görüşmede benim de olmamı istedi. Tesadüf bu ya Mutay da gemideydi. Serkan hemen görüştü ve “Abi gemiden inince direkt belediyeye geçelim, başkan röportaj verecek” dedi.
Daha çantalarımızı bile bırakamadan belediye binasına geçtik ve röportajı aldık. Birkaç ay sonra yerel seçimler vardı ve adaylar ile de sırasıyla röportajlar gerçekleştirdik. Bu röportajlar hem BH’de hem de ulusalda yer buldu. Sonrasında adada kaldığımız yaklaşık 15 gün boyunca her akşam BH ekibiyle bir araya geldik ve bir şekilde ekibin bir parçası olduk.
* * *
Aradan 6-7 ay geçmişti, 2014 yılının yaz aylarıydı. O zamanlar Bozcaada’da yaşamıyorduk ama gidip geliyorduk. BH’ye uzaktan az da olsa destek veriyor, adadaki gündemi de takip ediyorduk. Serkan bir gün, “Abi dergi çıkartmak istiyoruz, ne diyorsun” diye aradı. Ben de “O işlere pek girmeyin, basılı materyal çıkarmak büyük emek, dijital habercilik gibi değil. Hem sorumluluğu, hem maliyeti ağır. Ayrıca daha internet haber sitesi yeni oturuyor, biraz daha bekleyin. Ama benden ne destek istiyorsan ve çıkarmakta kararlıysanız ben de varım” dedim. Serkan çıkarmaya kararlıydı, ben de derginin düzelti ve son okumasını yapabileceğimi söyledim ve de üstlendim.
Dergi iki sayı çıktıktan sonra Serkan, “Abi dediğin gibiymiş, pek kolay değilmiş, dergiyi herhalde daha yapamayacağız” minvalinde bir şeyler söyledi. Zamanında yazıları toplamak, baskı maliyetlerini karşılayacak abone ve reklam bulmak, onu okuyucuyla buluşturmak, baskı öncesi hata olmaması için titizlikle gözden geçirmek (dijitaldeki bir hatayı, daha sonra girip düzeltme rahatlığı basılı materyalde ne yazık ki yok) gibi şeyler bir derginin yayınlanmasını güçleştiren şeyler.
Serkan böyle söyledi ama bir iddia koyarak yola çıkılmıştı. Her ne kadar baştan yapılmamasını önersem de, başlamış bir proje için de kolay vazgeçmemek gerekiyordu. Ne iş yapılırsa yapılsın (hele de dergi) ilk bir yılını görmek önemlidir. Devam etmesi yönünde Serkan’a ısrarda bulundum. Matbaayı değiştirdik ve babam matbaacı olduğu için biraz daha makul fiyatlı bir çözüm ürettik. Tabloid gazete boyutunda çıkan ilk iki sayı sonrasında tasarımı da değiştirip dergi boyutlarına geçme kararı aldık. Derginin tasarımını da yapmayı önerdim ve Serkan da seve seve kabul etti. Hızlıca dergi tasarım programı InDesign öğrendim, takıldığım yerlerde ya arkadaşlarıma danışıyor ya da kutsal Youtube’un kapısını çalıyordum. Açıkçası o dönem kazancım da iyiydi ve birkaç sayıyı finanse edebilecek durumum vardı. Hatta yeni çıkan birkaç sayıyı arabaya yükleyip adaya elden getirmişliğimiz, Bozcaada Haber’in birinci yılında da Sosyal Tesisler’de bulunmuşluğumuz da olmuştu. O dönem kaymakam Abdulgani Mağ’dı ve o da basılı bir derginin adaya katkısını her fırsatta dile getiriyordu. Lafı açılmışken, Abdulgani bey hâlâ dergimizin abonesi ve her sayı kendisine ulaşıyor.
2015 yılının nisanında adaya yerleştik, derginin abone sayısını ve reklamlarını arttırmak için çabaladık. O dönem Serkan’la da konuştuk ve derginin tüm haklarını da kendi üzerime aldım. Bu zaten reelde olan bir şeydi, resmiyette de bunu yaptık ve gerekli bildirimlerde bulunduk. Gelir-gider, yasal sorumluluk anlamında artık resmiyette de dergiden ben sorumluydum.
Her zaman açık yüreklilikle söyledim, yinelemekte de bir beis görmüyorum. Rahmetli Tahir abi (Günday) derginin ilk başından itibaren hep yanımızda oldu, en büyük maddi desteği de o veriyordu. Dergi ancak iki yılın sonunda kâr-zarar noktasında ilk kez kafa kafaya gelmişti. Sonrasındaki birkaç yıl artan bir ilerleyiş ile ufak da olsa kazanan bir yayına dönüşmüştü. Artık düzenli çıkıyor, yazarları neredeyse belli olan, özel dosya konularıyla gündeme dair konuları da irdeleyen ama esas olarak arşiv kaydı tutan bir yayın olarak hayatını devam ettiriyordu.
Ülkede ekonomik anlamda yaprak kımıldasa kâğıt sektörü bundan etkileniyor, dergi benim için anlamlı bir gelir modeli haline gelecekken garip zamlar ile karşılaşıyordum. 2018 yılının sonlarında Tahir abiyi kaybettik. Cenaze sonrasında derginin isim babası ve ilk günden beri içinde olan Haluk Şahin ve birkaç kişiyle ayaküstü konuştuk. Dergiyi yakında sonlandırabileceğimi kendilerini belirttim. Bu üçüncü sayıda Serkan’ın “bırakabiliriz” dedikten sonraki ilk ciddi kırılma anıydı. Mevzu aslında sadece Tahir abinin vefatı veya maddiyat değildi. Dergi o dönem 16 sayfa çıkıyordu ve yeni içerik üretemediğimizi, tekrara düştüğümüzü düşünüyordum.
Birkaç gün kendi kendime düşündüm ve bir karar verdim. Önümde iki seçenek vardı. Ya son sayıyı basıp veda etmek (ki bu kolay olandı) ya da derginin sayfa sayısını arttırıp, içeriği daha da zenginleştirmek ve okuyucularla bir abone kampanyası başlatmak. Ben ikinciyi seçtim! Derginin maliyetleri artarken sayfa sayısını arttırdık, dosya konularını neredeyse her sayıda uygulamaya başladık, yeni yazarlar aramıza katıldı, abonelik modelini daha anlaşılır hale getirdik ve her bütçeye uygun bir model hazırladık, sayı başına değil yıllık reklam ve işletme aboneliği almaya başladık. O hamlenin ardından 1-1,5 yıl içerisinde dergi kademe kademe 16 sayfadan 32 sayfaya çıktı. Çok nadiren de olsa şimdi 28 sayfa olarak basılsa da, artık 32 sayfa olarak hazırlanıp, 1.100-1.200 adet basılan bir dergi haline geldi.
Yukarıda da dediğim gibi ülkede ekonomik anlamda yaprak kımıldasa kâğıt fiyatları uçuyor. Son bir yılda kâğıda ve baskı ücretlerine %150’nin üzerinde zam geldi. Yani 100 lirayken 250 lira oldu giderler. Tabi yaptığım iş sebebiyle bu oranda zam yapma imkânım yok. Abonelik ve reklam ücretlerine en uygulayabildiğim oran yaklaşık %50 oldu. Şu an ciddi bir kırılma yaşamıyoruz ama önümüzdeki aylarda derginin üçüncü zor anı yaşanabilir kanısındayım.
Bu süre zarfında -üzgünüm ki- bu sezon aboneliklerini sonlandıranlar oldu. Mutluyum zor bir sezona girilirken yeni abonelerimiz de oldu. Daha fazlasının olmasını bekliyordum, çünkü yaptığımız artış %50’de kalmıştı. Ama olmadı. Geçen seneki kârlılığımızın çok altındayız ama büyük hazla dergimizi yayınlamaya devam ediyoruz. Seneye ne olur bilinmez. İşletme ve bireysel abonelerimiz bizleri bırakmazsa, kârlılığımız düşse bile yola devam etmek istiyorum.
Çokça gelir-giderden, kârlılıktan, bütçeden, paradan bahsetmiş olabilirim ama bugüne değin dergiyle ilgili hep şeffaf bir şekilde süreci paylaşmaya çalıştım. Bu 50’inci sayı ve içinde bulunduğumuz 9’uncu yılda da durumumuzu kayda almakta yarar var. Ayrıca bu iş yoğun bir romantizm barındırıyor ama Nazım’ın dediği gibi içimizdeki ateş sönmesin yeter: “kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir”. Zira keyif almamaya, üretememeye, tekrara düşmeye başladığımızda maddi konularda gayet iyi bir noktada olsa da son kullanma tarihi gelmiş demektir Mendirek’in.
50’nci sayı muazzam bir şey. Yerelde çıkan, tüm Türkiye’ye ulaşan, Yunanistan’da yaşayan eski adalı Rumlar’a da belli dönemlerde gönderilen, içerik ve baskı anlamında çok özel bir noktada duran Mendirek’in 9’uncu yılı içindeyiz. Geride kalan dokuz yılda içimde kalan en büyük ukdelerden biri de yazı ve fotoğraflarını dergimizle paylaşanlara telif veremediğim içindir. Gönüllük ile bugünlere getirdikleri dergimizdeki katkıları, hakları çoktur.
Nice 50’lere, 60’lara, 100’lere Mendirek!
[Bu yazı Ağustos 2022’de Bozcaada Mendirek Dergisi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.]