Ana Sayfa / Sayılar / 2015 / Mavrella’nın öyküsü

Mavrella’nın öyküsü

Yaşantımızda bazı rastlantılar vardır. Beklenmedik mutlu sonuçlar doğurur. Bunlardan birini sizinle paylaşmak istiyorum.

Geçen sayımızda adamızda, floksera sonrası kaybolmuş bazı üzüm türlerinden söz etmiştim. Eski bağcılardan bu türlerle ilgili bilgi toplamaya çalışıyordum. Geçen yıl Feraye ve Lütfi  Tınç‘ın bağında, kayalıkların arasında yaprağı tanıdığım üzümlere benzemeyen bir asma gördüm. Üzerinde tek bir salkım vardı. Salkımın olgunlaşmasını beklemeye başladık. Ancak salkım olgunlaşmadan çocuklar tarafından koparıldı.

Biz de bu yıl gelecek üzümü bekledik. İyi bir budama sonucu asmamız onlarca salkım verdi. Küçük, seyrek taneli siyah bir üzüm. Bir salkımı aldım çarşıya indim rastladığım eski bağcılara gösterdim, hepsi bunun olasılıkla yabani bir asma olduğunu söylediler. Taneler yabani asmaya göre daha iri, yapraklar da parçalıydı, aklım pek yatmasa da yapacak bir şey yoktu. Salkımı rastladığım ilk çöp kutusuna attım. O anda tam karşımda ada bağcılarından Yorgi Buğday vardı. Koşup çöpten salkımı ve yaprağı aldım ve “Yorgi şu üzümü tanıyor musun?” dedim. Yorgi şöyle bir inceledi ve “bu Mavrella” dedi. Ve ekledi “eskiden her bağda bunlardan birkaç kütük bulunurdu, sonra kaybolup gitti, çok iyi şarabı olurdu”.

Çok gösterişli olmayan, küçük salkımlı, küçük taneli Mavrella, adaya Kuntra‘nın gelişinden sonra olasılıkla ekonomik bulunmadığı ve yerli Rum halk büyük ölçüde adadan ayrıldığı için yavaş yavaş bağları terketmiş.  Haşim Yunatçı’nın söylediğine göre Mavrella, Limni’ye götürülmüş, orada ünlüymüş. Mavrella’nın görünüşü, salkım ve tane yapısı rengi Kabarne’yi (Cabernet) andırıyor. Kimbilir, Mavrella, belki de Kabarne’nin atalarının yüzlerce yıl önce Himalayalar’ın eteklerinden ya da Kafkasya’dan başlayan  ve Fransa’da sonuçlanan yolculuğundan adamızda kalan bir izdir. En azından üzüm kültürümüz yönünden unutulmaması, yaşatılması gereken bir iz.

Bu bilgiyi Hüseyin Dinçel‘le paylaştım. O bağ kahyası Hüseyin  Eroğlu’nun bundan söz ettiğini, terkedilmiş eski bağlarda başka örneklerin olabileceğini belirtti. Üçümüz bağlara gidip araştırdık. Ama üzümler kesildiği için yaprağından emin olamadık.

İçimde bir kuşku vardı, acaba bu bulduğumuz gerçekten kaybolmaya yüz tutmuş bir tür müydü? En iyisi bunu Dimitri Papamiri’ye sormaktı. Dimitri’yle birlikte bağa gittik, Dimitri ilk bakışta bu Mavrella dedi ve hüzünle ekledi:

“Bir zamanlar çok güzel şarabı olurdu.”

Tınç’larla birlikte birkaç arkadaş Mavrella‘yı çoğaltmaya çalışacağız, isteyenlere de aşılık vereceğiz.

Kaybolmaya yüz tutan tür yalnız Mavrella değil. Dimitri eski bağlarda hâlâ kokulu bir misket üzümü olduğundan söz etti. Bunun Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde söz edilen misket üzümü olup olmadığını bilemeyiz. Ama bir zamanların ünlü kurutmalık üzümü Hacıkıran hâlâ birkaç kütük var. Külleme hastalığı ilk Hacıkıran’a geldiği için, eskiler her bağa birkaç tane Hacıkıran dikerler ve ona rasatçı gözüyle bakarlarmış.

Adanın eski bağcısı Süleyman Aydın artık yetiştirilmeyen Balbal, Ağustos Üzümü, Karamusul, Dikenlice, Alamusa, Kabak üzümlerinden söz etti, türleri kaybolma yolunda olan.

Adanın bu türlerin tanıtıldığı ve sürdürüldüğü bir “Asma Bahçesi” olamaz mı? Çocuklarımıza miras olarak Şili kökenli Red Globe ya da Avrupa kökenli Alfons, Kardinal, Merlot, Malbec yerine Çavuş, Vasilaki, Karalahna, Hacıkıran, Misket ve Mavrella’nın yer aldığı bir Asma Bahçesi…

[Bu yazı Ekim 2015’de Bozcaada Mendirek Dergisi’nin 9. sayısında yayınlanmıştır.]

Bu yazıyı sesli dinlemek isterseniz aşağıdaki “play” tuşunu tıklayabilirsiniz. 

Hakkında admin

Bunu Okumaya Ne Dersin?

Kültürel kalıcılık üzerine: Mektup

Yıllar önce bir yabancı dostum Londra’daki evlerinin sokak isminin 1600’lü yıllardan kalma olduğunu söylemişti. Bizim …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir