İstanbul, Sultanahmet Meydanı’nda güneş doğmak üzereydi. Yıllar nasıl da su gibi akıp gitmişti. Urumeli’nde şirin bir köyde doğmuştu. İki çocuklu bir ailenin sağlıklı, güçlü, gürbüz çocuğu idi. Osmanlı’nın köye geldiği o günü hiç unutamadı. Devşirildiği gün sepette taşınan 3-5 yaşında bir bebek değildi. Tamı tamına dokuz yaşında idi. Ailesinin gönül rızası ve gönülden isteği ile devşirilmişti.
Babası onun gibi sağlıklı, güçlü, kuvvetli abisinin Osmanlı’ya verilmesinden yana idi. Lakin, ağabeyinin yaşı 16 idi. Osmanlı’da adet her aileden bir çocuk köy cemaatinin rızası ile yaşı uygun, yani o günkü ifade ile ‘sakallı olması’ kuralı geçerli olduğundan, onun devşirilmesi uygun görülmüştü.
Yıllar su gibi akıp geçse de dere kenarında abisiyle balık tuttuğu günleri, anasını, babasını, kardeşini, doğduğu köyü hiç unutmadı. Belki de unuttukları her devşirilen çocuk gibi köyde bıraktığı anıları, konuştuğu dili ve arkadaşları idi. Balkan dillerinin getirdiği kültürle konuşan çocukların bir müddet sonra Osmanlı’nın lisanını benimsemekte zorluk çekmedikleri gibi, o da kısa zamanda Osmanlı lisanını öğrendi. Çatalca’nın havasını çocukluk yıllarında solumuş, Mimar Sinan eseri altın burmaların denendiği ilk çeşme olan Ferhatpaşa suyundan kana kana çok su içmişti.
Hiç unutamadığı gün ise Bostancıbaşı görevine terfi ettiği vakit padişahın huzuruna kabul edilerek, ‘Teşekkür’ makamında etek öptüğü gündü.
Dün öğle vakti kendisine yeni bir görev daha verilmişti. Bu yıl bağ bozumu zamanı Bozcaada’da bir oda Yeniçeri başında güvenliği sağlamak, Bozcaada’da inzibat ve asayişi temin etmek göreviydi. Bir oda yeniçeri Bostancıbaşı Sinan’dan önce yola çıkarak Bozcaada’ya varmıştı. Bostancıbaşı Sinan’ın bugün yorucu geçecek bir yolculuğa çıkacağı için hazırlıkları yapma zamanı idi. Yolculuk İstanbul’dan Bozcaada’ya idi. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Bozcaada’ya ayak bastığında, iskelede bulunan mermer taşa oturarak biraz soluklandı.
Bir oda Yeniçeri’nin onu ahşap iskele karşısında bulunan tarihi kale surları önünde karşılamaları uzun sürmemişti.
Artık yarın sabahtan itibaren adada Dergah-ı Ali Yeniçerileri, cebeci ve topçu ocakları, silahtarların nizamı ve intizamı ile adanın asayişi ondan sorulacaktı. Bostancıbaşı Sinan Efendi sabah ezanı ile erkenden uyandı. Tarihi camide sabah namazı kıldıktan sonra adada bulunan bir oda yeniçeriyi denetlemeden önce Bozcaada kadısı Seyit Rıza Efendi’nin yanına gitti. Daha sonra kale içinde biraz dinlendi.
Ertesi gün sabah namazından sonra çarşı esnafını ve yeniçeri kahvesini teftiş etti.
Akşam üzeri kale tamirinin yapıldığını görmek için Bozcaada kalesine gidince, kale surlarından Bozcaada’ya baktı. Cami ve kiliseyi gördü, aklına doğduğu topraklar ve ailesi geldi. İki dini iç içe görünce duygulandı, gözyaşlarına hakim olamadı. Akan göz yaşlarını sildi. Korku dolu bakışlarla deniz kıyısına giderek bir avuç su aldı, yüzünü yıkadı. Deniz üzerinde çocukluk halini gördü. İrkildi…
[Bu yazı Aralık 2015’de Bozcaada Mendirek Dergisi’nin 10. sayısında yayınlanmıştır.]