Eylül ayının sonunda Halk Eğitim Merkezi’nde, yerel yöneticilerin, esnafın ve ada halkının katıldığı Sezon Değerlendirme Toplantısı yapıldı. Uzun süredir bu denli kapsamlı bir toplantı yapılmadığından dolayı olsa gerek salondaki tüm koltuklar dolmuş, ekstra sandalyeler de getirilmişti.
Sezonun değerlendirmesi elbette yapıldı. Ama esas konuşulan adaya dair sorunlar, fikirler, projeler, yakınmalardı. Bu çok da normaldi. Toplantı sonunda aklımda vurucu cümleler, güzel fikirler, anlamlı sözler kaldı.
Türkan abla, birlikte yaşama kültürünü inşa etmemiz için destek almamızı önerdi. Belki de toplantıdaki en önemli cümlelerden biriydi bu. Zira adaya uzun süredir gelip gidiyor olsam da, Nisan’da ikametgâhı taşıyan ‘taze’ bir adalı olarak benim gördüğüm de bu: Birlikte yaşamın önemi.
Kaymakam Bey, asgari müştereklerde buluşmamız gerektiğini söyledi. Evet, kimsenin geriye bir adım atmayıp komşularının, arkadaşlarının alanına gireceği bir yeri, bir kasabayı, bir ülkeyi veya bir adayı kim isteyebilir ki?
Başkan, “Bozcaada olarak hedefimiz ne, nasıl bir ada olmak istiyoruz, önce buna karar vermeliyiz” derken kendi tek satır, ağırlığı ansiklopedi nispetinde bir soruyu sordu salondakilere. Belki birçok kişi üstünkörü soruyu kafasında geçiştirdi ama bu soruyu kendisine uzun uzadıya soran adalı sayısı da çok fazladır eminim.
Bir başka arkadaş, adadaki insan sosyolojisi üzerinde durdu. Ya da gruplaşmaya, kutuplaşmaya yol açabilecek sınıfları irdeledi. Adalılar, sonradan gelip de adalı olanlar, 2000 sonrası adaya yolunu düşürenler… Zaten bu çerçeveyi kimse yadırgamıyor, kabul ediyor. Bu İstanbul’da da böyle, Çanakkale’de de. Bozcaada’da böyle Avşa adasında da. Yani herkes, kendisini rahat hissettiği, yakın hissettiği, sosyalleşme mecrasında ortaklaştığı insanlarla mutlu olur. Burada da haliyle böyle.
Aksi halde otelciler ev pansiyonculuğu yapana, ev pansiyonculuğu yapanlar fişsiz/faturasız oda kiralayanlara, Türk mahallesindeki esnaf Rum mahallesindeki esnafa, hediyelik eşya satan ağır kira bedelleri ödeyen dükkan sahipleri stant sahiplerine, sadece belli tarihlerde stant açabilenler dört duvar içinde derli toplu malzeme satabilen dükkan sahiplerine, şarap üreticileri yüksek fiyatla şarap satan meyhanelere, meyhaneler kafelere, sokak arasında kalan esnaf yol üstündeki esnafa, bariyer ötesindeki market berisindeki markete, deniz kıyısında rüzgâr alan işletme sokak arasında kuytuda kalan işletmeye, az masası olup kuytuda kalan rüzgârda olup çok masası olana, yılda en azından üç beş gün ‘koparak’ eğlenmek isteyen gençler buna karşı çıkana, Salhane’yi kültür sanat merkezi haline getirmek isteyenler bar yapılmasını isteyenlere, adada doğanlar adaya sonradan gelip adaya yerleşenlere, adaya sonradan yerleşenler sadece yazın adaya gelen İstanbullular’a, şehirliler adanın eskilerine ve birileri birilerine, sebepli sebepsiz, haklı haksız söylenip durur. Olduğumuz yerde de sayarız.
[Bu yazı Ekim 2015’de Bozcaada Mendirek Dergisi’nin 9. sayısında yayınlanmıştır.]